Güç, Beden ve Görünürlük: Beyaz Leke Kendiliğinden Geçer mi?
Toplumların siyasal düzenini anlamaya çalışan bir siyaset bilimci olarak, bazen en derin güç ilişkilerinin bireyin bedeninde dahi iz bıraktığını düşünürüm. Beden, sadece biyolojik bir alan değil; iktidarın, ideolojinin ve normların işlendiği bir siyasal zemindir. Bu bağlamda beyaz leke yalnızca bir cilt problemi değil, toplumsal yapının ve siyasal sistemin görünmeyen metaforlarından biridir.
Bir bedenin üzerinde beliren o küçük “renk kaybı”, aslında sistemin bazı alanlarda uyguladığı dışlama, eşitsizlik ve sessizleştirme süreçlerinin bir yansıması gibidir. Bu yazıda iktidar, kurumlar, ideoloji ve vatandaşlık kavramlarını merkeze alarak “Beyaz leke kendiliğinden geçer mi?” sorusuna siyaset bilimi perspektifinden yanıt arayacağız.
İktidarın Görünmez Eli: Beden Üzerinde Denetim
Michel Foucault’nun iktidar teorilerini hatırlayalım: iktidar yalnızca baskı kurmaz, aynı zamanda üretir. O, normlar yaratır, bedenleri biçimlendirir ve bireylerin kendilerini nasıl algılayacaklarını belirler. Bu anlamda, beyaz leke bir “bozulma” değil; iktidarın homojenlik arzusu karşısında doğanın bir direnişidir. Beden, tıpkı toplum gibi farklı tonlara, farklı dokulara sahiptir. Ancak egemen ideoloji, bu farklılıkları kontrol altına almak ister. Beyaz leke, bu kontrolün “boşluk” bıraktığı bir alandır — tıpkı siyasal sistemde temsil edilmeyen, dışlanan, sesi duyulmayan vatandaşlar gibi.
Kurumlar, İdeoloji ve Görünmez Vatandaş
Kurumlar, ideolojiyi toplumsal düzene yayan araçlardır. Sağlık sisteminden medyaya, eğitimden kozmetik endüstrisine kadar pek çok kurum, görünüşe dair normlar üretir. Ciltteki beyaz leke gibi farklar, bu normlara uymayan “sapmalar” olarak görülür.
Bu durum siyasal düzlemde de benzer şekilde işler. Demokratik sistemin ideal vatandaşı, belirli normlara uyan, sistemle uyumlu bireydir. Ancak bu ideal vatandaşlık tanımı, kimlik farklarını, kültürel çeşitliliği ve bireysel özgünlüğü dışarıda bırakabilir.
Beyaz leke burada “görünmeyen vatandaş” metaforuna dönüşür. Sistem, farklı tonları yok sayarak homojen bir siyasal kimlik yaratmak ister. Oysa çeşitlilik, demokratik bir toplumun temelidir.
Cinsiyet Perspektifinden Siyasal Analiz
Siyaset bilimi, uzun yıllar boyunca erkek egemen bir bakış açısıyla şekillenmiştir. Erkekler genellikle stratejik ve güç odaklı bir siyasal davranış modeli sergilerken, kadınlar demokratik katılım ve toplumsal etkileşim temelli yaklaşımlarla öne çıkar.
Bu farklılık, beyaz leke metaforuna da uygulanabilir. Erkek bakış açısı, “lekeden kurtulma” yani güç kullanarak düzeni yeniden kurma eğilimindeyken; kadın bakış açısı, lekeleri “farklılıkların görünür kılındığı alanlar” olarak görür.
Burada şu soruyu sormak gerekir: Toplum, farklılıkları yok ederek mi iyileşir, yoksa onları kabul ederek mi?
Tıpkı bedenin kendi dengesini bulması gibi, toplum da farklı renkleriyle, tonlarıyla, lekeleriyle bir bütündür.
Beyaz Leke Kendiliğinden Geçer mi?
Tıbbi olarak beyaz lekeler —örneğin vitiligo veya pigment eksikliği— bazen tedaviye yanıt verir, bazen kalıcı olur. Ancak siyasal düzlemde bu soru, çok daha derin bir anlam taşır.
Bir toplumda adaletsizlik, eşitsizlik ve temsil eksikliği “beyaz lekeler” gibidir. Eğer sistem kendini yenileyemez, bireylerin farklılıklarını tanıyamazsa, bu lekeler kendiliğinden geçmez. Çünkü siyasal iyileşme, biyolojik bir süreç değil; demokratik bir irade meselesidir.
İktidarın baskın rengi ne olursa olsun, toplumun içindeki çeşitliliği bastırmak uzun vadede “siyasal bağışıklık sistemini” zayıflatır. Oysa katılımcı, çoğulcu ve adalet temelli kurumlar, bu lekeleri doğal bir dengeye dönüştürebilir.
Vatandaşlık, Beden ve Siyasal İyileşme
Modern vatandaşlık anlayışı, bireyin yalnızca haklara değil, aynı zamanda görünürlüğe de sahip olmasını gerektirir. Beyaz leke bu açıdan “temsil edilmeyen kimliklerin” sembolüdür.
Bir bireyin cildinde nasıl beyaz bir alan doğanın bir kararıysa, toplumda da görünmeyen alanlar sistemin tasarımıdır. Ancak demokratik süreçler, bu görünmeyen alanları yeniden siyasal bilince dahil edebilir.
Peki ya beyaz lekenin geçmesi mi gerekir, yoksa onu toplumun doğal çeşitliliği olarak kabul etmek mi? Her farkı yok etmeye çalışan bir toplum, sonunda kendi rengini de kaybetmez mi?
Sonuç: Siyasal Denge ve Farklılıkların Gücü
“Beyaz leke kendiliğinden geçer mi?” sorusu, yalnızca tıbbın değil, siyaset biliminin de alanına girer. Çünkü her toplum, kendi yapısal lekeleriyle yüzleşmek zorundadır.
Gerçek iyileşme, bastırma ya da homojenleştirme ile değil, farkı anlamak ve kabul etmekle mümkündür.
Toplumsal bedenin sağlığı, renklerin bir aradalığında saklıdır. Beyaz leke geçsin diye uğraşmak yerine, belki de o lekeden öğrenmek gerekir.
Ve şimdi siz okuyuculara provokatif bir soru: Eğer her farklılığı silersek, toplumun rengi ne kalır?